Zülfü Livaneli'nin bir kitabı var: Son Ada. Kitap bir adadan bahsediyor adından belli olduğu üzere. Aslında adadan çok oranın yerli insanlarından. O kitabı ilk okuduğumda ütopik bulmuştum hikayeyi. Maddiyattan çok manevi değerlere daha çok önem veren insanların yaşamını anlatıyordu çünkü. Bunun 'gerçek hayatta' mümkün olmayacağını düşünüp, bazı yerlerinde 'bu kadar da olmaz' dediğim olmuştu. Çünkü gitmemiştim hiç Bozcada'ya. Burada o hayalleri süsleyecek cinsten bir yaşam var. Paranın gerçekten de ikinci planda olduğu, insanların küçük hesaplar yapmadığı, birbirine güvendiği, sıcak, samimi bir boz ada burası. Sanatı, yardımlaşmayı, paylaşmayı, üretmeyi, hepimizin dilinde dolanan ve cümlelerimizi kirleten 'paranın' üstüne koymayı başarmışlar. Ada insanları hayattan keyif almak için yaşıyorlar. Bir koşuşturmacanın içinde her günleri tempolu, çok şey yaparak ama ne yaptıklarını bilmeden geçmiyor. Üretiyorlar. Bundan zevk alıyorlar. Alishiro ile tanışma fırsatımız oldu. İnsanların başarı hikayelerij hep dillerden dillere dolaşır durur. Şu kişi şöyle sıfırdan başlamış, bu kişi böyle hayalinin peşinden koşmuş öyle para kazanıyor, böyle zengin diye. Bize uzak hikayelerdir onlar. Ben bugün o hikayelerden birini dinledim. Kendisinden. Duyduklarım benim için ilham vericiydi. Bir başarı öyküsüydü içinde tutku olan. Hayallerinin peşinden koşmuş bir adamın öyküsüydü. Adanın yerlisi olmayan ama adaya çok yakışmış bir adam. Onu tanıdığım için mutluyum. Adaya geldiğim için, bu insaları tanıdığım için, değer vermenin ve verilmenin mutluluğunu içimde hissettiğim için mutluyum.